Zaman İllüzyonunu Sona Erdirin

28 Ağustos 2010 Cumartesi

Zaman İllüzyonunu Sona Erdirin

Zihinle özdeşleşmekten kurtulmak neredeyse olanaksız gibi görünüyor. Biz hepimiz kendimizi ona kaptırmış durumdayız. Siz bir balığa uçmasını nasıl öğretebilirsiniz ki ?

İşte bunun anahtarı: Zaman illüzyonunu sona erdirin. Zaman ve zihin birbirinden ayrılmaz. Zihinden zamanı ayırın, zihin durur ve siz onu kullanmayı seçmedikçe öyle kalır.

Zihninizle özdeşleşmeniz zamanın kapanma kısılmanız anlamına gelir: bu neredeyse yalnızca bellek ve beklentiyle yaşamaya zorlanmaktır. Bu zihninizin geçmiş ve gelecekle bitmek bilmez bir biçimde meşgul olmasına ve şimdiki an'ı onurlandırma, kabullenme ve onun olmasına izin verme konusunda isteksizliğe neden olur. Bu zorlanma, bu dürtü geçmiş size bir kimlik verdiği, gelecek de bir kurtuluş, bir doyum vaat ettiği için ortaya çıkar. Bunların her ikisi de illüzyondur.

Ama, bir zaman duygusu olmadan, biz bu dünyada nasd işlev yapabiliriz? O zaman artık ulaşmak için çaba gösterilecek hiçbir hedef olmayacaktır. Ben o zaman kim olduğumu bile bilmeyeceğim, çünkü benim bugünkü kimliğimi oluşturan şey geçmişimdir. Bence zaman çok değerli bir şey ve bizim onu boşa harcamak yerine, akıllıca kullanmayı öğrenmemiz gerekiyor.

Zaman hiç de değerli bir şey değildir, çünkü o bir illüzyondur. Sizin değerli olarak algıladığınız şey zaman değil, zamanın dışındaki tek noktadır: Şimdi. O gerçekten değerlidir. Siz zaman -geçmiş ve gelecek- üzerinde ne kadar çok odaklanırsanız, Şimdi'yi, var olan en değerli şeyi de o kadar çok kaçırırsınız.

Şimdi neden en değerli şeydir? Birincisi, çünkü o tek şeydir. O var olan her şeydir. Ebedi şimdiki an, içinde tüm yaşamınızın geliştiği yerdir, o değişmez tek etkendir. Yaşam şimdidir. Yaşamınızın şimdi olmadığı bir zaman asla olmamıştır ve olmayacaktır. İkincisi, Şimdi sizi zihnin sınırlarının ötesine götürebilecek tek noktadır. O sizin sonsuz ve form'suz Var'lık âlemine tek giriş noktanızdır.

Egonun Bütünlük Arayışı

27 Ağustos 2010 Cuma

Ego'nun Bütünlük Arayışı

Egosal zihnin ayrılmaz bir parçası olan duygusal acının bir başka veçhesi de derinlere-gömülü bir yoksunluk, bir eksiklik, bir bütün-olmama duygusudur. Bazı insanlarda bu bilinçli, diğerlerinde bilinçsizdir. Eğer o bilinçliyse, tedirginlik ve sürekli olarak değerli olmadığını ya da yeterince iyi olmadığını hissetmek şeklinde tezahür eder. Eğer o bilinçsizse, sadece dolaylı olarak şiddetli bir arzu, istek ve ihtiyaç olarak hissedilir. Her iki durumda da, çoğunlukla, insanlar içlerinde hissettikleri bu boşlik duygusunu desteklemek ve güçlendirmek için, bağlanacağı bir şey arar ve böylece sizin sorunlarınıza seve seve bağlanacaktır. İşte bu yüzden, birçok insanın benlik duygusunun büyük bir bölümü onların sorunlarına yakından bağlıdır. Bir kez bu olduğunda, onların istedikleri son şey bu sorunlardan kurtulmaktır; çünkü bu benliğin kaybı anlamına gelecektir. Acı ve ıstıraba bir hayli bilinçsiz ego yatırımı olabilir.

Böylece bir kez bilinçsizliğin kökenini zihinle -ki bu duyguları da içerir- özdeşleşme olarak görüp kabul ettiğinizde, onun dışına çıkarsınız. Siz orada mevcut hale gelirsiniz. Orada mevcut olduğunuzda, zihinle karışmadan, onun olduğu gibi olmasına izin verebilirsiniz. Zihin kendi başına işlev-bozukluğuna sahip değildir. O olağanüstü bir alettir. İşlev-bozukluğu siz kendinizi zihinde aradığınızda ve onu gerçek benliğinizle karıştırdığınızda başlar. O zaman, o egosal zihin haline gelir ve tüm yaşamınızı ele geçirir.

Korkunun Kökeni

Korkunun Kökeni
Yazı tipi boyutu
Siz korkunun altta yatan temel duygusal acımızın bir parçası olduğunu söylediniz. Peki, korku nasıl ortaya çıkar ve insanların yaşamlarında neden o kadar çok korku vardır? Ve belli ölçüde korku kendimizi korumamızı sağlaması açısından sağlıklı bir şey değil midir? Eğer ben ateşten korkmuyorsam, elimi ona sokup yakabilirim.

Sizin elinizi ateşe sokmamanızın nedeni korku değil, elinizin yanacağım bilmenizdir. Sizin gereksiz bir tehlikeden sakınmak için korkuya ihtiyacınız yoktur, bunun için asgari düzeyde bir zekâ ve sağduyu yeterlidir. Böyle pratik meseleler için, geçmişte öğrenilmiş dersleri uygulamak yararlıdır. Şimdi eğer birisi sizi ateşle ya da fiziksel şiddetle tehdit etmişse, siz korku gibi bir şey hissedebilirsiniz. Bu tehlikeden içgüdüsel bir geri çekilmedir, ama o burada sözünü ettiğimiz psikolojik korku hali değildir. Psikolojik korku hali herhangi bir somut ve gerçek ani tehlikeyle ilişkili değildir. O -huzursuzluk, endişe, sinirlilik, gerilim, korku, fobi vs. gibi- birçok şekilde gelir. Bu tür psikolojik korku daima, şu anda olan bir şeyden değil, olabilecek bir şeyden, bu düşünceden kaynaklanır. Zihniniz gelecekteyken, siz şimdi'de ve burada'sınızdır. Bu bir endişe aralığı yaratır. Ve eğer siz zihninizle özdeşleşmiş ve Şimdi'nin gücü ve sadeliği ile temasımzı yitirmişseniz, bu endişe aralığı sizin değişmez refakatçiniz olur. Siz daima şimdiki anla başa çıkabilirsiniz, ama sadece bir zihin projeksiyonu olan şeyle başa çıkamazsınız; siz gelecekle başa çıkamazsınız.

Dahası, siz zihninizle özdeşleştiğiniz sürece, ego -daha önce anlattığım gibi- yaşamınızı yönetir. İncelikli savunma mekanizmalarına rağmen, hayalet doğasından ötürü, ego çok savunmasız ve güvensizdir ve kendisini sürekli olarak tehdit altında görür. Ego dıştan çok güvenli görünse bile bu böyledir. Şimdi, bir duygunun bedeninizin zihninize gösterdiği tepki olduğunu hatırlayın. Beden sürekli olarak ego'dan, sahte, zihin-ürünü benlikten ne mesajı almaktadır? Tehlike, ben tehdit altındayım. Ve bu sürekli mesaj tarafından üretilen duygu nedir? Elbette, korku.

Korkunun görünüşte birçok nedeni vardır. Kaybetme korkusu, başarısızlık korkusu, incinme korkusu vs., ama nihai olarak tüm korku ego'nun ölüm, yani yok olma korkusudur. Ego' ya göre, ölüm daima köşe başında beklemektedir. Bu zihinle-özdeşleşme hali içinde, ölüm korkusu yaşamınızın her veçhesini etkiler. Örneğin, bir tartışmada haklı çıkmak, özdeşleştiğiniz zihinsel-pozisyonu savunmak gibi görünüşte önemsiz ve "normal" bir gereksinim bile ölüm korkusundan kaynaklanır. Eğer siz zihinsel bir pozisyonla özdeşleşirseniz, sonra eğer haksız çıkarsanız, zihne-dayalı benlik duygunuz ciddi bir biçimde yok olma tehdidi hisseder. Böylece siz ego olarak haksız çıkmayı, yanılıyor olmayı kaldıramazsınız. Haksız çıkmak ölmektir. Bunun uğruna savaşlar yapılmış ve sayısız ilişki bozulmuştur.

Bir kez siz zihninizle özdeşleşmeyi bıraktığınızda, haklı ya da haksız olmanız benlik duygunuz için hiçbir fark yaratmaz, böylece haklı çıkmak için duyduğunuz o çok zorlayıcı ve derin bir biçimde bilinçsiz gereksinim -ki o bir şiddet biçimidir- artık var olmayacaktır. Siz bu durumda ne hissettiğinizi ya da ne düşündüğünüzü açıkça ve kararlı bir biçimde belirtebilirsiniz, ama onunla ilgili olarak saldırgan ya da savunmacı bir tutuma girmezsiniz. Siz o zaman benlik duygunuzu zihninizden değil, içinizdeki daha derin ve gerçek bir yerden almaktasınız-dır. İçinizdeki her türlü savunmacılığa dikkat edin. Siz neyi savunuyorsunuz? İllüzyoni bir kimliği, zihninizdeki bir imajı, bir hayali varlığı. Bu kalıbı bilinçlendirerek, ona tanık olarak, siz onunla özdeşleşmeyi bırakırsınız. O zaman, bilincinizin ışığında, bilinçsiz kalıp hızla eriyip yok olacaktır. Bu ilişkileri kemirip aşındıran tüm tartışmaların ve güç oyunlarının sonudur. Başkaları üzerinde güce sahip olmaya çalışmak, kuvvet kılığına bürünmüş zayıflıktır. Gerçek güç içimizdedir ve ona şimdi ulaşabiliriz.

Böylece korku, zihniyle özdeşleşmiş, dolayısıyla Var'lık halinde köklenmiş gerçek gücünden, daha derin benliğinden kopmuş bir insanın değişmez refakatçisi olacaktır. Zihni aşmış insanların sayısı henüz çok azdır, böylece karşılaştığınız ya da tanıdığınız hemen herkesin bir korku hali içinde yaşadığını varsayabilirsiniz. Sadece onun yoğunluğu değişir. O ölçeğin bir ucunda endişe ve korku, öbür ucunda belirsiz bir huzursuzluk ve uzak bir tehdit duygusu arasında değişir. Çoğu insan, o ancak daha ağır bir hale geldiğinde onun bilincine varır.

Acı-Bedeniyle Ego Özdeşleşmesi

26 Ağustos 2010 Perşembe

Acı-Bedeniyle Ego Özdeşleşmesi

Az önce tarif ettiğim süreç, çok derin bir biçimde güçlü, ancak basit bir süreçtir. O bir çocuğa bile öğretilebilir ve inşallah bir gün çocukların okulda öğrendikleri ilk şeylerden biri olacaktır. I3ir kez siz içinizde olup bitenin izleyicisi olarak orada mevcut olma temel prensibini anladığınızda -ve onu deneyimleyerek "anladığınızda"- en etkili değişim-dönüşüm vasıtası hizmetinizde olur.

Bu, acıyla özdeşleşmeyi kırma sürecinde yoğun bir içsel dirençle karşılaşabileceğinizi yadsımak değildir. Özellikle eğer yaşamınızın büyük bölümünü duygusal acı-bedeninizle özdeş-leşerek geçirmişseniz ve benlik duygunuzun bütünü ya da büyük bir bölümü ona yatırım yapmışsa böyle bir dirençle karşılaşabilirsiniz. Bu özdeşleşme ve yatırım sizin acı-bedeninizden mutsuz bir benlik yaratmış ve bu zihin-ürünü kurgunun gerçek siz olduğuna inanmış olduğunuz anlamına gelir. Bu durumda, kimliğinizi yitirme konusundaki bilinçsiz korku bu özdeşleş-menin-kırılmasına karşı güçlü bir direnç yaratacaktır. Bir başka deyişle, siz bilinmeyene bir sıçrama yapıp, aşina olduğunuz mutsuz benliği yitirmeyi göze almaktansa, acı içinde olmayı -acı-bedeni olmayı- tercih edebilirsiniz.

Eğer bu size uyuyorsa, kendi içinizdeki direnci gözlemleyin. Acınıza bağlılığınızı gözlemleyin. Çok uyanık olun. Mutsuz olmaktan aldığınız garip zevki gözlemleyin. Onun hakkında konuşma ya da onu düşünme dürtüsünü, içinizden gelen bu zorlayıcı hissi gözlemleyin. Eğer bu direnci bilinçli hale getirirseniz o ortadan kalkacaktır. O zaman dikkatinizi acı-bedenine yöneltebilir, orada tanık olarak mevcut olabilir ve böylece onun değişim-dönüşümünü başlatabilirsiniz.

Bunu sadece siz yapabilirsiniz. Hiç kimse onu sizin için yapamaz. Ama, eğer gerçekten bilinçli birini bulabilecek kadar şanslıysanız, eğer o insanla birlikte olabilir ve ona mevcudiyet hali içinde katılabilirseniz, bu yararlı olabilir ve süreci hızlandırabilir. Bu yolla, sizin kendi ışığınız hızla güçlenecektir. Bir odun hararetle yanan bir başka odunun yanına konduğunda, ve bir süre sonra onlar tekrar birbirlerinden ayrıldıklarında, birinci odun çok daha büyük bir hararetle yanıyor olacaktır. Ne de olsa, bu aynı ateştir. Böyle bir ateş olmak bir spiritüel öğretmenin işlevlerinden biridir. Bazı terapistler de, eğer zihin düzeyini aşmışlarsa ve sizinle çalışırken yoğun bir bilinçli mevcudiyet halini yaratıp sürdürebiliyorlarsa, bu işlevi yerine getirebilirler.

Duygu: Bedenin Zihninize Tepkisi

Duygu: Bedenin Zihninize Tepkisi

Peki, duygular hakkında ne diyeceksiniz? Ben zihnimden daha çok duygularıma kapılıp gidiyorum.

Ben zihin derken, bu sözcükle sadece düşünceleri kastetmiyorum. O aynı zamanda sizin duygularınız ve tüm bilinçsiz zihin-sel-duygusal tepkisel kalıplarınızı da içerir. Duygu zihnin ve bedenin buluştuğu yerde ortaya çıkar. O bedenin zihninize gösterdiği tepkidir, ya da buna, zihninizin bedendeki bir yansıması da diyebiliriz. Örneğin, bir saldırı düşüncesi ya da düşmanca bir düşünce bedende öfke dediğimiz bir enerji birikimi yaratacaktır. Beden böylece dövüşmeye hazırlanır. Fiziksel ya da psikolojik olarak tehdit edildiğiniz düşüncesi bedenin kasılmasına neden olur ve bu korku dediğimiz şeyin fiziksel yanıdır. Araştırmalar güçlü duyguların bedenin biyokimyasında bile değişikliklere neden olduğunu göstermiştir. Bu biyokim-yasal değişiklikler duygunun fiziksel ya da maddesel veçhesini temsil ederler. Kuşkusuz, siz tüm düşünce kalıplarınızın bilincinde de-ğilsinizdir ve genelde yalnızca duygularınızı izleme yoluyla onları fark edebilirsiniz.

Düşüncelerinizle, hoşlandığınız ve hoşlanmadığınız şeylerle, yargılarınızla ve yorumlarınızla daha çok özdeşleştikçe, yaııi izleyen bilinç olarak orada daha az mevcut oldukça, siz bunun farkında olsanız da olmasanız da, duygusal enerji birikimi daha güçlü olacaktır. Eğer duygularınızı hissedemezseniz, eğer onlarla bağlantınız kesilmişse, en sonunda onları fiziksel ıliizeyde bir hastalık ya da hastalık belirtisi olarak deneyim-Iryeceksinizdir. Geçmiş yıllarda bu konu hakkında bir hayli şey yazılmıştır, o yüzden burada bu konuya girmemiz gerekmiyor, ı Ifıçlü bir bilinç-dışı duygusal kalıp sizin dışınızda, bir olay ola-ralc bile tezahür edebilir. Örneğin, ben, içlerinde bir hayli öfke lıarındıran, ancak bunun farkında olmayan ve bu öfkeyi ifade H. mey en insanların diğer öfkeli insanların -çoğunlukla, görünürde bir neden olmadan- sözlü, hatta fiziksel saldmlarına uğradıklarını gözlemlemişimdir. Onların yaptıkları güçlü öfke yayını belirli insanlar tarafından bilinçaltı olarak algılanmakta ve unların gizli öfkelerini harekete geçirmektedir.

Eğer siz duygularınızı hissetmekte zorlanıyorsanız, işe dikkatinizi bedeninizin içsel enerji alanında odaklayarak başlayın. Bedeninizi içten-doğnı hissedin. Bu ayrıca sizi duygularınızla temasa geçirecektir. Bunu daha sonra daha ayrıntılı bir I>içimde araştıracağız.

***

Siz bir duygunun zihnin bedendeki bir yansıması olduğunu iviliyorsunuz. Ama, bazen ikisinin arasında bir çatışma olur: ılıin "hayır" derken, duygu "evet" der, ya da bunun tersi olur.

I'îğer zihninizi gerçekten tanımak istiyorsanız, beden size daima doğru bir yansıma verecektir, bu yüzden duyguya bakın, ya da daha iyisi, onu bedeninizde hissedin. Eğer onların arasında belirgin bir çatışma varsa, burada düşünce yalan, duygu gerçeği söylüyor olacaktır. Bu sizin kim olduğunuzla ilgili en yüksek gerçek değil, o sıradaki ruh halinizle ilgili görece gerçek olacaktır.

Yüzeydeki düşünceler ile bilinçsiz zihinsel süreçler arasında çatışma kesinlikle çok görülen, ortak bir durumdur. Siz bilinçsiz zihin faaliyetinizi düşünceler olarak fark edemeyebilirsiniz, ama o daima bedene bir duygu olarak yansıyacaktır ve siz bunu fark edebilirsiniz. Bir duyguyu bu şekilde izlemek, bir düşünceyi -daha önce tarif ettiğim gibi- dinlemek ya da izlemek ile temelde aynı şeydir. Aradaki tek fark, bir düşünce sizin kafanızda bulunurken, bir duygunun güçlü bir fiziksel unsura sahip olması ve böylece öncelikle bedende hissedilmesidir. O zaman siz -onun tarafından yönetilmeden- duygunun orada olmasına izin verebilirsiniz. Siz artık duygu değilsinizdir; siz izleyen, gözlemleyen mevcudiyetsinizdir. Eğer bunu uygularsanız, sizde bilinçsiz bulunan her şey bilincin ışığına çıkacaktır.

Aydınlanma: Düşüncenin Üzerine Yükselmek

Aydınlanma: Düşüncenin Üzerine Yükselmek

düşünmek bu dünyada yaşayabilmek için gerekli bir şey değil midir1?

bakın, zihniniz sadece bir alettir. O orada belirli bir işte kullanılmak üzere bulunmaktadır ve bu iş tamamlandığında, siz İm aleti bir kenara bırakırsınız. Çoğu insanın düşüncelerinin yüzde 80 ila 90'ının sadece yararsız, boş ve tekrarlanan düşünceler olmakla kalmadığını, bunların çoğunlukla olumsuz doğasından ötürü zararlı olduğunu da söyleyebilirim. Düşüncelerinizi gözlemleyin, bunun doğru olduğunu göreceksiniz. O yaşam enerjisinin ciddi bir biçimde sızıp gitmesine neden olur.

Bu tür kesintisiz, adeta istemdışı düşünme aslında bir bakımlılıktır. Bir bağımlılığın tipik özelliği nedir? Basitçe ifade edersek, siz artık onu bırakma seçimine sahip olmadığınızı hissedersiniz. O sizden daha güçlü görünür. O ayrıca size sahte bir haz duygusu verir; bu kaçınılmaz bir biçimde acıya dönüşecek bir hazdır...

Biz düşünmeye neden bağımlı olalım ki?

Çünkü siz onunla özdeşleşmişsinizdir, bu da benlik duygunuzu zihninizin içeriğinden ve faaliyetinden aldığınız anlamına gelir. Çünkü siz düşünmeye son verdiğinizde sizin de var olmayacağınıza inanırsınız. Siz büyürken kendinizle, kim olduğunuzla ilgili -kişisel ve kültürel koşullanmanıza dayanan- bir zihinsel imaj oluşturursunuz. Biz buna hayalet benlik, ego diyebiliriz. O zihin faaliyetinden oluşur ve ancak kesintisiz düşünmeyle sürdürülebilir. Ego terimi farklı insanlara farklı şeyler ifade eder,,ama ben burada onu zihinle bilinçsizce özdeşleşme sonucunda yaratılan sahte bir benlik anlamında kullanıyorum.

Tepkisizlik

24 Ağustos 2010 Salı

Yakınmak ve tepkîsellik, egonun kendisini onlar vasıtasıyla güçlendirdiği gözde zihin kalıplarıdır. Birçok insanın zihinsel-duygusal faaliyetinin büyük bir bölümü yakınmaktan ve şuna ya da buna tepki göstermekten, oluşur. Böyle yaparak, siz diğerlerini ya da bir durumu "haksız," kendinizi "haklı" çıkarırsınız. "Haklı" olduğunuzda, kendinizi diğerlerinden daha üstün hissedersiniz, ve kendinizi daha üstün hissettiğinizde, benlik duygunuzu güçlendirirsiniz. Gerçekte, kuşkusuz, sadece ego illüzyonunu güçlendirmektesinizdir. •

Kendi içinizdeki o kalıpları gözlemleyip, kafanızdaki o yakınan sesi olduğu gibi tanıyabilir misiniz?

Egosal benlik duygusu çatışmaya gereksinim duyar, çünkü şununla ya da bununla savaşırken, ve bu "ben" im ve bu "ben" değilim diye gösterirken onun ayrı kimlik duygusu güçlenir.

Kabileler, uluslar, ve dinler düşmanları olmasından güçlü bir ortak kimlik duygusu edinirler. Bir "inanmayan" olmasa, bir "inanan" olabilir mi?

İnsanlarla ilişkilerinizde, onlara karşı hissettiğiniz süp-til üstünlük ya da aşağılık duygularını saptayabilir misiniz? Siz o anda, kendisini başkalarıyla kıyaslayarak yaşayan egoya bakmaktasınızdır.

Duygulara Tepkisiz Kalmak

Kıskançlık, eğer bir başkasının başına iyi bir şey gelmişse, ya da birisi sizden daha çok şeye sahipse, daha çok şey biliyorsa, veya daha çok şey yapabiliyorsa kendisinin küçüldüğünü hisseden egonun bir yan-ürünü-dür. Egonun kimliği kıyaslamaya dayanır ve bu kimlik daha çok şeyle beslenir. O her şeyi kapmaya çalışacaktır. Eğer başka her şey başarısızlığa uğrar, boşa çıkarsa, siz kendinizi yaşam tarafından daha çok haksız dav-ranılmış ya da bir başkasından daha çok hasta görerek uydurma-kurgu benlik duygunuzu güçlendirebilirsiniz.

Siz benlik duygunuzu hangi öykülerden, hangi kurgulardan alıyorsunuz?

Egosal benlik, yapısal olarak, varlığını sürdürmesinin ona bağlı olduğu aynlık duygusunu sürdürmek için karşı koyma, direnme ve dışlama ihtiyacı duyar. Bu yüzden "o"na karşı "ben," "onlar"a karşı "biz" vardır.

Ego bir şeyle ya da birisiyle çatışma içinde olmaya ihtiyaç duyar. İşte bu yüzden siz huzuru, muduluğu ve sevgiyi arar, ama onlara çok uzun süre dayanamazsınız. Mutluluğu istediğinizi söylersiniz, ama mutsuzluğunuza bağımlısınızdır.

Mutsuzluğunuz, temelde, yaşamınızın koşullarından değil, zihninizin koşullanmasından kaynaklanır.

Geçmişte yaptığınız -ya da yapamadığınız- bir şey için suçluluk duyuyor musunuz? Şu kadarı kesindir: Siz o zaman o sıradaki bilinç düzeyinize ya da bilinçsizlik düzeyinize göre davranmıştınız. Eğer daha farkında, daha bilinçli olsaydınız, farklı bir biçimde davranırdınız.

Suçluluk duygusu egonun bir kimlik, bir benlik duygusu yaratmak için yaptığı bir başka girişimdir. Ego için, o benliğin olumlu ya da olumsuz olması önemli değildir. Sizin yapmış ya da yapamamış olduğunuz şey bilinçsizliğin -insanın bilinçsizliğinin- bir tezahürüydü. Ancak, ego onu kişİselleştirir ve "Onu ben yaptım" der, ve böylece siz kendinizin "kötü" bir zihinsel imajını taşırsınız.

Tarih boyunca insanlar birbirlerine sayısız şiddetli, acımasız, ve incitici davranışta bulunmuşlardır, ve böyle yapmaya davam etmektedirler. Onların hepsi suçlanmak mıdır; hepsi suçlu mudur? Yoksa o davranışlar sadece bilinçsizliğin ifadeleri miydi, şimdi gelişip aşmakta olduğumuz bir tekâmül aşaması mıydı?

İsa'nın kendisini çarmıha gerenler için söylediği "Baba, onları bağışla, çünkü ne yaptıklarını bilmiyorlar," sözü sizin kendiniz için de geçerlidir.

Egosal Benlik

Egosal benlik daima aramakla meşguldür. O şunun ya da bunun daha çoğunu arar ki onu kendisine katıp, kendisini daha tamam hissedebilsin. Egosal zihnin gelecek İle zorlayıcı bir biçimde meşgul olmasının nedeni budur.

Siz "bir sonraki an için yaşadığınızı'" fark ettiğiniz her. seferinde, o egosal zihin kalıbının dışına çıkmış olursunuz, ve tüm dikkatinizi bu âna vermeyi seçme olanağı aynı zamanda ortaya çıkar.

Tüm dikkatinizi bu âna verdiğinizde, egosal zihinden çok daha büyük bir zekâ yaşamınıza girer.

Ego ile yaşadığınızda, daima, şimdiki ânı sizi bir amaca ulaştıracak bir araca indirgersiniz. Gelecek için yaşarsınız, ve hedeflerinize eriştiğinizde, onlar size -en azından uzun süre- doyum vermezler.

Yapma'ya -onun vasıtasıyla erişmek istediğiniz gelecekteki sonuçtan- daha çok dikkatinizi verdiğinizde, eski egosal koşullanmayı kırarsınız. Yapışınız o zaman çok daha etkili olmakla kalmaz, çok daha doyum ve sevinç verici hale gelir.
Hemen her ego, az. ya da çok, "kurban kimliği" diyebileceğimiz şeyi içerir. Bazı insanlar kendileriyle ilgili öyle güçlü bir kurban imajına sahiptirler ki bu onların egolarının merkezi haline gelir, içerleme ve yakınmalar onların benlik duygusunun temelini oluşturur.

Yakınmalarınız tamamen "haklı çıksalar" bile, siz kendiniz için demir parmaklıkları düşünce formlarından oluşan bir hapishaneye çok benzeyen bir kimlik oluştur-muşsunuzdur. Kendinize ne yaptığınızı, ya da zihninizin size ne yaptığını görün. Kurban Öykünüze olan duygusal bağlılığınızı hissedin ve onun hakkında düşünmek ya da konuşmak için duyduğunuz dayanılmaz kilimi fark edin. Orada İçsel halinize tanık olan mevcudiyet olarak bulunun. Hiçbir şey yapmanız gerekmez. Farkındalık ile birlikte değişim, dönüşüm ve Özgürlük gelir.

Egodan Kurtulmak

Her gün dikkatinizin çoğunu alan sorunlu yaşam durumunuzla ilişkili tüm korku ve isteklerden geriye ne kalacaktır? Mezar taşınızda, doğum tarihiniz ile ölüm tarihiniz arasındaki üç-beş santim uzunluğunda bir tire.

Egosal benlik için bu moral bozucu bir düşüncedir. Sizin içinse bu özgürleştirici bir düşüncedir.

Her bir düşünce dikkatinizi tamamen çekip massettiğinde, bu sizin kafanızdaki sesle özdeşleşmeniz anlamına gelir. O zaman düşünceye bir benlik duygusu bahşedilir. Bu egodur, zihin-ürünü bir "ben"dir. Bu zihinsel olarak oluşturulmuş benlik insana eksik, güvenilmez ve istikrarsız gelir, böyle bir his verir. İşte bu yüzden, korkmak ve istemek onun hâkim olan, ağır basan duyguları ve güdüleridir.

Kafanızda siz'miş gibi davranan ve asla susmayan bir sesin bulunduğunu fark ettiğinizde, düşünce akışıyla bilinçsizce özdeşleşmenizden uyanırsınız. O sesi fark ettiğinizde, sizin o ses -düşünen- olmadığınızı, onun farkında olan olduğunuzu idrak edersiniz.

Kendinizi o sesin ardındaki farkındalık olarak bilmek özgürlüktür.

Bilgelik Ve Dinginlik

Bilgelik düşüncenin bir ürünü değildir. Bilgelik olan derin biliş birisine ya da bir şeye tüm dikkatinizi verdiğinizde, bu basit eylemle ortaya çıkar. Dikkat başlangıçtan beri var olan zekâdır, bilincin ta kendisidir. O, kavramsal düşünce tarafından yaratılmış bariyerleri ortadan kaldırır, ve bununla birlikte hiçbir şeyin kendi başına var olmadığı farkındalığı gelir. O algılayanı ve algılananı birleştirici bir farkındalık alam içinde birleştirir. O, ayrılığı ortadan kaldıran şifacıdır.


Her ne zaman zorlayıcı bir biçimde düşünmeye dalarsanız, olan'dan kaçınıyor olursunuz. Bulunduğunuz yerde olmak istemiyorsunuzdur. Yani, Şimdi, Burada olmak istemiyorsunuzdur.

Dinî, siyasi, bilimsel tüm dogmalar (akıl yürütmeksizin doğruluğunun benimsenmesi beklenen inançlar) düşüncenin realiteyi ya da gerçeği kapsayabileceği yanlış inancından kaynaklanırlar. Dogmalar ortak kavramsal hapishanelerdir. Ve garip olan şey şu ki insanlar içinde bulundukları hapishaneyi severler, çünkü o onlara bir güvenlik duygusu ve sahte bir "Biliyorum" duygusu verir.

Hiçbir şey insanlığa kendi dogmalarından daha fazla ıstırap vermemiştir. Her dogmanın er ya da geç çöktüğü doğrudur, çünkü realite eninde sonunda onun yanlış olduğunu ortaya çıkaracaktır; ancak, onun temel yanılgısı olduğu gibi görülmedikçe, onun yerini başka dogmalar alacaktır.

Bu temel yanılgı nedir? Düşünceyle özdeşleşmek.


Ruhsal uyanış düşünce rüyasından uyanıştır.

Bilinç âlemi düşüncenin kavrayabileceğinden çok daha engindir. Siz artık düşündüğünüz her şeye inanmadığınızda, düşüncenin dışına çıkar ve düşünenin siz olmadığınızı berrak bir biçimde görürsünüz.

Zİhin bir "yeter'sizlik" hali içinde bulunur ve bu yüzden daima daha fazlasını ister. Siz zihinle özdeşleştiğinizde, çok kolayca sıkılır ve huzursuz olursunuz. Can sıkıntısı zihnin daha fazla uyarımın, daha fazla düşünce besininin açlığını çektiğini, ve açlığının doyurulma-dığını gösterir.

Can sıkıntısı hissettiğinizde, zihnin açlığım bir dergi okuyarak, bir telefon konuşması yaparak, TV izleyerek, internette gezinerek, alışverişe çıkarak doyurabilirsiniz, ya da -ve bu yaygın bir şeydir- zihinsel yoksunluk duygusunu ve onun daha fazlasına duyduğu ihtiyacı bedene aktararak ve daha fazla yemek yiyerek geçici bir doyum sağlayabilirsiniz.

Egoya Giriş

Zihin sürekli olarak sadece düşünce besini değil, kimliğinin, benlik duygusunun besinini de arar. İşte ego böyle var olur ve sürekli olarak kendisini tekrar yaratır.

Siz kendi hakkınızda düşündüğünüzde ya da konuştuğunuzda, "Ben" dediğinizde, genellikle sözünü ettiğiniz şey "ben ve benim öyküm"dür. Bu sizin sevdiğiniz ve sevmediğiniz şeylerin, korkularınızın ve arzularınızın "ben"idir, asla uzun süreli tatmin olmayan "ben" dir. O, geçmiş tarafından koşullandırılmış olan ve doyumunu gelecekte bulmaya çalışan, zihin-ürünü bir benlik duygusudur.

Bu "ben"in geçici olduğunu, suyun yüzeyindeki bir dalga gibi geçici bir oluşum olduğunu görebiliyor musunuz?

Bunu gören kimdir? Fiziksel ve psikolojik formunuzun geçiciliğinin farkında olan kimdir? Ben'im. Bu geçmiş ve gelecek ile hiçbir ilgisi olmayan daha derin "Ben"dir

Dinginlik Ve Farkındalık

canı sıkılmış ve huzursuz olarak kalabilir ve böyle olmanın nasıl bir his verdiğini gözlemleyebilirsiniz. Bu hisse farkındalık getirdiğinizde, birden o hissi adeta bir alan ve dinginlik kuşatır. Bu başlangıçta azdır, ama içsel alan duygusu büyürken, can sıkıntısı hissinin yoğunluğu ve önemi azalmaya başlayacaktır. Böylece, can sıkıntısı bile size kim olduğunuzu ve olmadığınızı öğretebilir.

Siz "canı sıkılmış kişi"nin siz olmadığınızı keşfedersiniz. Can sıkıntısı sadece içinizdeki koşullanmış bir eneıji devinimidir. Siz öfkeli, üzgün, ya da korkan kişi de değilsinizdir. Can sıkıntısı, öfke, üzüntü ya da korku "sizin" değildir, onlar kişisel değildir. Onlar insan zihninin koşullarıdır. Onlar gelir ve giderler.

Gelip giden hiçbir şey siz değildir.

"Ben sıkılıyorum." Bunu kim bilmektedir?

"Ben öfkeliyim, üzgünüm, korkuyorum." Bunu kim bilmektedir?

Siz bilinen koşul değilsiniz, siz bilişsiniz.

Her türlü önyargı sizin düşünen zihinle özdeşleştiğinizi gösterir. Bu artık o insanı görmediğiniz, sadece o insanla ilgili kendi kavramınızı gördüğünüz anlamına gelir. Bir başka insanın canlılığını bir kavrama indirgemek acımasız bir şiddet biçimidir.

Farkındalık temeline dayanmayan düşünme kişinin kendi çıkarlarına hizmet edici ve işlevsiz hale gelir. Bilgelikten yoksun kurnazlık son derece tehlikeli ve yıkıcıdır. Halen insanlığın çoğunun hali budur. Düşüncenin bilim ve teknoloji olarak büyüyüp genişlemesi de, esasen iyi ya da kötü olmamasına karşın, yıkıcı hale gelmiştir, çünkü onun kaynaklandığı düşünüş, çoğunlukla, farkındalık temeline dayanmaz.

İnsan tekâmülündeki bir sonraki aşama düşünceyi aşmaktır. Bu şimdi bizim acil görevimizdir. Bu artık düşünmemek anlamına gelmez; bu, düşünceyle tamamen özdeşleşmemek, onun hâkimiyeti altına girmemek anlamına gelir.

İçsel bedeninizin enerjisini hissedin. Hemen zihinsel gürültü yavaşlar ya da sona erer. O eneıjiyi ellerinizde, ayaklarınızda, karnınızda, göğsünüzde hissedin. Siz olan yaşamı, bedene can veren yaşamı hissedin.

Düşünen Zihnin Ötesi

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Çoğu insan tüm yaşamını kendi düşüncelerinin sınırları içinde hapsolarak geçirir. Onlar geçmiş tarafından koşullandırılmış, dar, zihîn-ürünü, kişiselleştirilmİş bir benlik duygusunu asla aşamazlar.

içinizde, her bir insanın içinde olduğu gibi, düşünceden çok daha derin bir bilinç boyutu vardır. O sizin ta özünüzdür. Biz ona mevcudiyet, farkındalık, koşullanmamış bilinç diyebiliriz. Kadim öğretilerde, o içinizdeki Mesih'tir, ya da sizin Buda doğanızdır.

O boyutu bulmanız sizi ve dünyayı -bildiğiniz tüm şey zîhin-ürünü "küçük ben" olduğunda ve o yaşamınızı yönettiğinde- kendi kendinize ve başkalarına verdiğiniz ıstıraptan kurtarır. Sevgi, mutluluk, yaratıcı genişleme ve kalıcı iç huzuru yaşamınıza ancak o koşullanmamış bilinç boyutuyla gelebilir.

Eğer, ara sıra bile olsa, zihninizden geçen düşünceleri sadece düşünceler olarak görebilirseniz, eğer kendi zihinsel duygusal tepkisel kalıplarınızın ortaya çıkışlarına tanık olabilirseniz, o zaman o boyut içinizde, düşüncelerin ve duyguların meydana geldiği farkındalık olarak yaşamınızın içeriğinin gözler önüne serildiği ebedi içsel alan olarak zaten ortaya çıkmaktadır.

Düşünce akışı sizi kolayca sürükleyip götürebilecek muazzam bir devingenliğe sahiptir. Her düşünce çok önemliymiş gibi davranır. O dikkatinizi tamamen kendisine çekmek ister.

İşte sizin için yeni bir ruhsal uygulama: Düşüncelerinizi çok ciddiye almayın.

İnsanların kavramsal hapishanelerine hapsolmaları çok kolaydır.

İnsan zihni, bilme, anlama ve kontrol etme arzusuyla, kendi fikirlerini ve görüş noktalarım gerçek ile karıştırır. O, "Bu böyledir".der. "Kendi yaşamınızı" ya da bir başkasının yaşamını veya davranışım her nasıl yorumlarsanız yorumlayın, herhangi bir durumu her nasıl yargılarsanız yargılayın, onun bir görüş-noktasından başka bir şey olmadığını, birçok olası perspektiften biri olduğunu idrak etmeniz için, sizin düşünceden daha büyük olmanız gerekir. O bir düşünce yığınından başka bir şey değildir. Ama, realite her şeyin iç İçe örülü olduğu, hiçbir şeyin kendi başına var olmadığı bir birleşik bütündür. Düşünmek realiteyi parçalara ayırır; o, realiteyi kavramsal parçalara ayırır.

Düşünen zihin yararlı ve güçlü bir alettir, ama yaşamınızı tümüyle o yönettiğinde, onun siz olan bilincin sadece küçük bir veçhesi olduğunu İdrak etmediğinizde, zihin çok sınırlayıcı da olabilir.

Huzuru Bulmak

Her ne zaman bu ânı o her nasıl olursa olsun- olduğu gibi derin bir biçimde kabullendiğinizde, siz dinginsinizdir, huzur içindesinizdir.

Dikkatinizi aralıklara, boşluklara verin: İki düşünce arasındaki aralığa, bir sohbette sözcükler arasındaki, bir piyanonun ya da flütün notaları arasındaki kısa, sessiz boşluğa, ya da soluk alışınız ile soluk verişiniz arasındaki aralığa dikkat edin.

Dikkatinizi bu aralıklara, bu boşluklara verdiğinizde, "bir şeyin" farkındalığı sadece farkındalık haline gelir. Saf bilincin formsuz boyutu içinizden ortaya çıkar ve form ile özdeşleşmenin yerini alır.

Gerçek zekâ sessizce iş görür. Dinginlik yaratıcılığın ve sorunların çözümlerinin bulunduğu yerdir.

Dinginlik sadece gürültünün ve içeriğin yokluğu mudur? Hayır, o zekânın ta kendisidir; o her formu doğuran, her formun temelini oluşturan bilinçtir. Ve o sizden, gerçek benliğinizden nasıl ayrı olabilir? Siz olduğunu düşündüğünüz form ondan kaynaklanmıştır ve onun sayesinde varlığını sürdürür.

O tüm galaksilerin ve tüm odarın, çiçeklerin, ağaçların, kuşların, ve tüm diğer formların özüdür.

Dinginlik bu dünyada hiçbir forma sahip olmayan tek şeydir. Ama öyleyse, o gerçekte bir şey değildir, ve bu dünyadan değildir.

Siz bir ağaca ve bir insana dinginlik içinde bakarken, kim bakmaktadır? Kişiden daha derin bir şey. Bilinç kendi yaratımına bakmaktadır.

Kutsal Kitap'ta, Tanrı'nın dünyayı yarattığı ve onu güzel bulduğu söylenir. Sizin düşüncesiz bir dinginlikle bakarken gördüğünüz de budur.

Dinginliğin Gücü

Her ne zaman çevrenizde bir sessizlik olursa, onu dinleyin. Yani, onun farkına varın. Ona dikkat edin. Sessizliği dinlemek kendi içinizdeki dinginlik boyutunu uyandırır, çünkü ancak dinginlikle siz sessizliğin farkına varabilirsiniz.

Dikkatinizi çevrenizdeki sessizliğe verirken, siz düşün-memektesinizdir. Farkındasınızdır," ama düşünmemektesiniz dir.

Sessizliğin farkına vardığınızda, hemen o içsel dingin uyanıklık hali ortaya çıkar. Siz o anda orada mevcutsu-nuzdur. Binlerce yıllık ortak insan koşullanmasının dışına çıkmışsınızdır.

Bir ağaca, bir çiçeğe, bir bitkiye bakın. Bırakın, farkın-dalığınız onun üzerinde kalsın. Onlar ne kadar dingindir, ne kadar derin bir biçimde Var'lıkta köklenmişlerdir. Doğanın size dinginliği öğretmesine izin verin.

Bir ağaca bakıp onun dinginliğini algıladığınızda, siz de dinginleşirsiniz. Onunla çok derin bir düzeyde birleşirsiniz. Dinginlik içinde ve dinginlik sayesinde algıladığınız her şeyle bîr'lik hissedersiniz. Her şeyle bir olduğunuzu hissetmek gerçek sevgidir.

Sessizlik yardımcı olabilir, ama dinginliğe erişmek için sessizliğe ihtiyacınız yoktur. Çevrede gürültü olduğunda bile, siz o gürültünün altındaki dinginliği, gürültünün ortaya çıktığı alanı fark edebilirsiniz. O içsel saf farkındalık alanıdır, bilincin ta kendisidir.

Siz farkındalığı tüm duyusal algılarınızın, tüm düşünüşünüzün arka plânı olarak fark edebilirsiniz. Farkinda-lığın farkına varmak içsel dinginliğin ortaya çıkışıdır.

Rahatsız edici herhangi bir ses, bir gürültü de sessizlik kadar yardımcı olabilir. Nasıl mı? Gürültüye gösterdiğiniz içsel direnişi bırakarak, onun olduğu gibi olmasına İzin vererek; bu kabulleniş de sizi dinginlik denen o içsel huzur âlemine götürür.

Kısaca Eckhart Tolle Hakkında

Siz evrenin ilahi amacının gerçekleşmesini sağlamak için buradasınız. Siz işte bu kadar önemlisiniz!

ŞIMDI'nin GUCU

Eckhart Tolle önce bize kendi öyküsünü kısaca anlatıyor; bu, depresyon ve umutsuzluğun yazar yirmi dokuz yaşma girdikten kısa bir süre sonra bir gece muazzam bir uyanış deneyimiyle sonuçlanmasının öyküsüdür. Geçmiş yirmi yıl boyunca, o bu deneyim üzerinde düşünmüş, meditasyon yapmış ve anlayışını derinleştirmiştir.

Son on yılda, o dünya-çapmda bir öğretmen, büyük bir mesaj veren büyük bir ruh haline gelmiştir; bu İsa'nın, Buda'nm ve diğer büyük üstatların vermiş oldukları bir mesajdır: Aydınlanma haline şimdi ve burada erişebilirsiniz. Istırapsız, endişesiz ve nevrozsuz yaşamak mümkündür. Bunu yapabilmek için, acımızın yaratıcısı olduğumuzu anlamamız gerekir; sorunlarımızı yaratan diğer insanlar ya da "dış dünya" değil, kendi zih-nimizdir. Bu, neredeyse kesintisiz bir düşünce akışına sahip olan, sürekli geçmişi düşünüp gelecek hakkında endişelenen zih-nimizdir. Biz büyük bir hata yapıp zihnimizle özdeşleşir, onun biz olduğumuzu düşünürüz, oysa gerçekte biz çok daha büyük bir varlığızdır.

Tekrar, tekrar, Eckhart Tolle bize Var'lığımız dediği şeyle nasıl birleşebileceğimizi gösterir:

"Var'lık, doğuma ve ölüme tâbi sayısız yaşam formunun ötesindeki sonsuz ve daima-var olan Bir (Tek) Yaşam'dır. Bununla birlikte, Var'lık sadece her formun ötesinde değil, aynı zamanda her formun derinliklerinde de bulunur, çünkü o her formun en içteki, görünmez ve yok edilemez özüdür. Bu onun sizin en derin benliğiniz, gerçek doğanız olduğu ve sizin ona ulaşabileceğiniz anlamına gelir. Ancak, onu zihninizle kavramaya çalışmayın. Onu anlamaya çalışmayın. Siz onu ancak zihin sessizleştiğinde bilebilirsiniz. Siz orada mevcutken, dikkatiniz tam ve yoğun bir biçimde Şimdi'de bulunurken, Var'lık hissedilebilir, ama o asla zihnen anlaşılamaz. Var'lığm farkm-dalığını yeniden kazanmak ve o 'hissetme-idrakinde' kalabilmek aydınlanmadır."