Bozcaada – Bozcennet

16 Şubat 2014 Pazar


Bugün bitmeyen bir enerjiyle doluyum. Çünkü dün akşam Bozcaada’dan döndük. Can dostlarım Şükrü ve Tülay’la. Aslında cennetin nasıl bir yer olduğunu şimdi daha iyi biliyorum ve kendi cennetlerimizi kendimizin yaratacağını.
Bozcaada’yla 5 yıl kadar önce tanışmıştım ve vurulmak yetersiz kalan bir sözcük olmuştu. Aslında yazmayı çok sevmeme, yaşadığım, gördüğüm herşeyi sevdiklerimle yazı yoluyla paylaşmayı çok ama çok sevmeme rağmen artık yazıyla tarifte zorlanıyorum. Yaşadığım şeyleri, duygularımı sınırlı sayıda sözcük ve harfle anlatmak yine zor olacak belki ama çok azını da olsa anlatmak paylaşmak istedim.
Bozcaada da benim çok sevdigim kocaman asırlık ağaçlardan yok çok fazla. Hatta hiç yok. Çünkü rüzgarla savaşamıyorlar, belki de istemiyorlar bunu. E tabi ama bağlar çok daha fazla yakışıyor Bocaada’ya. Çılgın deli bir rüzgarı var Bozcaada’nın onunla dansetmek gerekiyor, onu daha sana yaklaşırken hissedip tatlı tatlı yavaşlatmak, ona sarılmak, tüm ruhunla onunla dansetmek lazım.
Ben ruhumun dansettigini yoga yaparken çok yoğun hissederim, bu rüzgar da ruha dokunmaya gelen bir melteme dönüşüyor sen onu seversen.
Bozcaada’yı yazmak istedim ama yazacak kadar da basite indirgeyemedim…
Bu Bozcaada gezim bana doğayla bütünleşince nasıl arayışın bittiğini bir kez daha hissettirdi. Güneş yakarken, rüzgar deli deli yalarken tüm bedenimi, bağlardan bir parçaydım sanki. Üzüm oldum olgunlaştım, yaprak oldum can verdim üzümlere, kum oldum savruldum, deniz oldum kızdım köpürdüm sonra bambaşka biri oldum sakinleştim.
Bu yazıyı asıl yazma amacım Bozcaada’da yapılan inanılmaz emek ve çabayla oluşturulan nefis bir kültürel etkinliği anlatmaktı size. Ama duygular o kadar coşkunki akıyor akıyor, ona anca sıra geldi.
Bozcaada’da yapılan Ozanın günü ve İlyada okumaları her yıl düzenleniyor 2002 yılından bu yana. Size sadece bizim katılabildiğimiz programları anlatayım.
Bu etkinlik için Bozcaada seçilmiş çünkü tam karşısında antik Troya kenti bulunuyor. Bozcaada Akhalar ve Troyalılar arasındaki savaş boyunca Akhalar’ın sığındığı liman olmuş. Homeros İlyada destanında işte bu savaşı anlatır. Her yıl bir bölüm farklı dillerde okunuyor Bozcaada’da güneş doğarken. Bir yandan güneşin doğarken, güneş bize kendi muhteşemliğinde tüm evrenin olağanüstülüğünü anlatırken ve yaşamın döngüsünü; savaşla çekilen acıları ve savaşın anlamsızlığını dinlemek çok etkileyici oluyor. Aslında yaşam güneş doğraken yaşattıkları kadar olağanüstü ama biz içimizde ve dışımızda, sanki sadece acı çekmek adına savaşlar yaratıyoruz. Ve sonra inanıyoruz ve yıllar sürüyor bu savaşlar. Sonra birgün biri kazanıyor ve savaş bitiyor. Bu yıl ilyada’da Orduların lideri kral Hektor’un annesi’sinin oğlunun ölümüyle duyduğu acı anlatılıyordu. Kral Hektor Akhilleus(Aşil) a karşı ve tüm Tanrılara karşı savaşıyor. Sanki bizim savaşımız bu, tüm içimizdeki Tanrılara karşı, işte bu kadar cesur olunca ölümsüz oluyorsun. Destan Türkçe, Macarca, Fransızca, İngilizce, Çince okundu. En son Türkçe okuyan genç opera formatında okurken, zaten öykünün tamamında tüylerimiz diken dikendi.
Bir gün önce de yine Bozcaada da Salhane’de denizin fırtına sesleri eşliğinde Bu etkinlik kapsamında Lise öğrencileri arasında yapılan şiir yarışmasının ödül töreni ve Şair Süreyya Berfe’nin yılın şairi seçilmesinin ödül töreni vardı. Çok keyifliydi, sanatla, edebiyatla böyle bir mekanda buluşmak. Süreyya Berfe çok tanıdıgım bir şair değildi, çok şeker, biraz huysuz, şiirleriyle mutlu kocaman bir çocuk sanki. Biraz Can Yücel’e benziyor. Şiirin ne kaar insanca ama bir o kadar da Tanrısal bir şey olduğunu anımsattı bana, harikaydı.
Şöyle demiş Süreyya Berfe;
“Gözlerinin rengi gibi
Yüreğinin rengi gibi
Saçların da kendi renginde”

Diyen şair. Aslında renklerin bildigimizden çok fazla olduğunu, herkesin kendi rengi olduğunu mu anlatmaya çalışıyor acaba.
Yani Bozcaada da bir grup aydınlık ve güzel insan nefis bir şey yapıyor, çok güzel bir kültürel etkinlik hazırlamışlar. Devamında olan konser, sucuk, şarap partisi gibi etkinliklere yola çıkacağımız için biz katılamadık. Orda 30-40 kişi vardı. Bence bu güzellikleri çok daha fazla insan yaşamalı.
Tüm bunlardan öte yaşananlar bir solukta;
- Harika, çok sevimli nerdeyse sahipleri kadar güzel bir bağevinde terasta öyle bağlara bakarak orda kalmak kalmak ve sadece kalmak istiyorsun. Rüzgar içinde yolalıyor sanki. Orda her şey bitiyor ve Nazım’ın dediği gibi sadece rüzgar, bağlar ve sen kalıyorsun.
- Bozcaada’nın her köşesi sürprizlerle dolu, bu bazen bir çiçek, bazen bir kapı tokmağı, ya da pencere perdesi oluyor. Öyle aval aval seyrederek saatlerce dolaşılabilecek bir tablo sanki.
- Çok güzel insanlar var heryerde, doğayla bütünleşmeyi seçmiş, yalnızlıkla kalabalığı birleştirebilmiş, rüzgara, adaya aşık.
- Nefis yemekler yiyebileceğiniz, Ege’nin iki yanını birleştiren yüzlerce meze, balık, ot, ot.
- Deniz’i biraz soğuk girerken ama sonra sevgiyle sarmalıyor insanı, o kadar temiz, pırıl, pırıl ve şeffaf ve turkuaz ve sarılıyor sanki, çıkmak istemiyorsun.
- Ve Salhane’de yoga. İki şeyin bu kadar birbirine yakışacağını bilemezdim. Denizden biraz yüksekte, rüzgar , iyot kokusu ve dalga sesleriyle, rüzgarın uğultusuyla, yoga yaptık. Ruhum öyle dansederken yogayla sonsuza kadar kalabilirdim, belki de kaldım.
Bozcada’yı görmediyseniz görün derim, hatta seneye İlyada okumaları için şimdiden niyet edin, ben niyet ettim, belki birlikte gideriz. Cennetin dünyada ve içimizde olduğuna inanıyorum ben. Ama Bozcaada da onun görsel hali sanki, izlemeye doyulmayan bir tablo, bu tabloya doya doya bakmak lazım.

İşte öyle biri. Okyanus'ta bir damla. Çeşitli kimlikleri var ama sonunda sadece insan olmaya çalışan ve hatta insan kimliğini de geride bırakıp hiçliğe doğru adım adım ilerleyen bir nokta:)

View the original article here

0 yorum:

Yorum Gönder